06 Ocak, 2014

MOZAMBİK, İyi İnsanların Ülkesi
















Güney Afrika, Zambia ve Zimbabwe'yi görmek için program yaptığımızda yakın olduğunu görünce Mozambik'i de ekledik. Seyahatimizden sadece 15 gün kadar önce internetten aldığımız LAM Mozambique havayolları biletimizin başkent Maputo'dan Johannesburg'a dönüş tarihini yanlış yazdığımızı farkettiğimizde bir cuma akşamının geç saatiydi. Kredi kartıyla ödediğimiz paranın yanmasına mı, istediğimiz günün uçuşunda yer olmamasına mı üzülelim derken bir ümitle iletişim adreslerine mail attık. Birkaç dakika içerisinde "ofisimiz kapalı ama sorununuza pazartesi günü yardımcı olacağımız için lütfen rahat olun" diye samimi bir yazı geldi. Resmen uçtuk. İmza sahibi gerçekten de pazartesi günü biletimizi düzeltilmiş haliyle yolladı hem de bizim yer bulamadığımız uçak içindi. Zambia Livingstone'dan Mozambik'e direk uçuş olmadığı için  British ile Johannesburg'a geldik. G.Afrika'ya giriş yapıp tekrar dış hatlardan LAM havayollarının biniş işlemlerine gittik ve şans eseri saatimizden önceki uçuşta yer bulduk. 55 dakikalık rahat bir uçuşla Portekizli denizci Vasco De Gama'nın dünyaya "iyi insanların ülkesi" olarak tanıttığı Mozambik'in başkentine ulaştık.

Yeraltı zenginliklerinin yanında eşsiz sahilleri, dalış noktaları, deniz canlıları çeşitliliğiyle de yabancı yatırımcıların ve turistlerin ilgisini çektiğini biliyorduk. Portekiz'den bağımsızlığını kazanmak için 10 yıl savaş verdikten sonra Samora Machel liderliğinde kurulan sosyalist rejimle yönetilen ülke, Swasiland , Botswana gibi komşu ülkelerin de deniz ticareti limanı görevini üstlenmiş. Uçaktaki dergiler ekonomik büyüme hızının yüksekliği, Portekizli, Hollandalı, Çinli yatırımcıların ilgisine ve para birimleri metikalin değer kazanmasına dikkat çekerken dünyanın en zengin maden kömürü rezervlerinine de sahip olduklarının altını çiziyorlar. Upuzun sahilleri ve takımadalarda turizm yatırımlarının çok az olması nedeniyle daha çok mütevazi konaklamaları kabullenen gezginler uğruyormuş. Bizim programımızda ise sadece başkent Maputo vardı.

Uçakta bir yandan Bob Dylan'ın "Mozambik'de zaman geçirmeyi seviyorum" şarkısının sözlerini hatırlamaya çalışırken dergilerden birinde şarkının sözlerini gördük. Bob Dylan'ın sömürgecileri getirdiği için Vasco De Gama'yı hiç sevmediği ama 500 yıl önceki teknoloji yeterli olsaydı o şarkıyı Vasco De Gama'dan dinlemiş olacağımızı yazmışlar. Aynı dergide "içinde bulunduğumuz yaz mevsiminin ortalarını yaşadığımız şu aylarda..." diye başlayan yazıyı okuyunca birkaç gün önce karlar altında donmuş olarak bıraktığımız İstanbul'u hatırladık.

Uçak alana inmeden önce Maputo üzerinden bütün körfezi, Catambe Adasını, limanı, şehri görebileceğimiz bir tur yaptı. Gelmeden önce Maputo'daki büyükelçiliğimizden aldığımız bilgilerle
vize ücretimizi hazırlamıştık. Kişi başı 78 USD ödememiz yetmemiş olacak ki fotoğrafımızı çekip parmak izlerimizi de aldılar.

Havaalanından otele kadar hoşsohbet taksicimizin anlattıklarıyla, gezimizin önceki ülkelerinde fazlasıyla hissettiğimiz güvenlik tedirginliklerini geride bıraktığımızı zannettik. Ama maalesef şoför de , daha sonra otel de "hava kararmadan otelinize dönün" diye uyardılar. Otelimizi Johannesburg'da bir acentanın önerisiyle seçmiştik. Şehrin en bilinen büyük otellerinden birisi, üstelik odamızın manzarası bütün körfeze hakim. Türkiye'de bıraktığımız dondurucu soğuktan sonra
 kemiklerimiz de ısındı. Daha ne olsun.



Sabah erkenden katedrale doğru yürümeye başladık. Geniş ve temiz sokaklara genellikle Demirperde ülke liderlerinin isimleri verilmiş. İlk devlet başkanı Samora Machel'in anıtı önünde fotoğraf çektiren Mozambiklilerle selamlaştık. Afrika'da Portekizceyi resmi dil olarak duymaya pek alışamadık. İngilizce, İspanyolca ve beden diliyle iletişim kurduğumuz herkes dilinden geldiğince bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. 1986'da bir uçak kazasında ölen Machel'in suikaste kurban gittiği iddiası hala gündemdeymiş. Kazanın 25. yılında 9 metrelik bronz heykelin önünde büyük bir anma töreni düzenlenmiş.

Hemen yakınındaki botanik parkının önünde Gustav Eiffel'in yaptığı prefabrik Demir Ev'e girmek istiyorduk ama kapalıydı. Biraz aşağı yürüdükçe el sanatları pazarının hareketliliği başladı. Sokaklarda meyve satan kadınları fotoğrafa ikna edebilmek için tek yol alışverişti. Çünkü makinayı gören sırtını dönüyordu. Az da olsa alışveriş yaptığımızda fotoğrafa izin verdiler.


Cumartesi günleri kurulan elsanatları pazarının ziyaretçilei genellikle turistler. Afrikaya özgü ahşap, boyama hediyelikler alışveriş meraklıları için çok cazip. Biz sadece bakmayı tercih edenlerdeniz. Pazarın hemen yanındaki kolonial dönemden kalan kaleye turistler pek ilgi göstermiyorlardı. Yemek molasından sonra hedefimiz yine Eiffel'in eseri olan ünlü tren istasyonu. Yolda karşımıza çıkan camiye girme iznimizi kapıdaki görevli zorlanarak verdi. Türkiye'den gelmemiz ve çantamızdaki şallarımız işimizi kolaylaştırdı.

Dünyanın en güzel tren istasyonlarından birisi olarak seçilmiş olan CFM tren istasyonu mutlaka görülmeli ama yine de limanın yakınında, ticaretin ana damarlarından birisi olarak içi fazla boş geldi bize, kimseler yoktu. Denize kıyısı olmayan komşularının da limana ulaşımını sağlayan demiryolu olarak kalabalık bir istasyon bekliyorduk. Dicaprio'nun Kanlı Elmas filminin bazı sahneleri burada çekilmiş ama filmde otel olarak gösterildiği için birçok sinemaseverin dikkatinden kaçıyor maalesef.
 




Meydanda otobüs bekleyen kalabalıkların önünden geçerek Central Market'e geldiğimizde, tezgahlarda canlı canlı satılan deniz ürünleri, kurutulmuş balık tezgahlarının ve satıcı kadınların fotoğrafını çekmek istedik. Ama kadınlar sırtını dönerek tepki gösterdiler.




Üç tekerlekli, doğal klimalı motor taksilerden birine binerek Catambe adası  feribotlarının iskelesine geldik. Ortalık curcuna; eşyalarını başlarında taşıyan kadınlar, çuvallarını sürüyen erkekler inenler, binenler... Ama ne feribotun görüntüsü ne de inen binen mozambikli arkadaşlar bizde iyi bir etki bırakmadığından ne yapalım diye düşünürken feribottan İtalyan bir aile indi. Merhabalaşmanın arkasından 27 yıldır burada yaşadıklarını ve adada gitmeye değer bir şey olmadığını söylediler. karanlığa kalacak dönüşümüzün güvenlik sorunu ve de çok sert esen rüzgarı da düşününce gitmekten vazgeçtik. Limandan ayrılıp sahildeki, şık ve yeni binaların arasındaki modern alışveriş merkezine göz atmak için girdiğimizde oradaki Türk okullarının yöneticisi olan Asım Bey ile karşılaştık. Mozambik 'de bir Türk bulunca doğal olarak aklımıza ne gelirse sorduk. Sağolsun hem sabırla bilgi verdi hem de o akşam evlerine yemeğe büyükelçimizin geleceğini söyleyip bizi de davet etti. Biz de yemekten sonra kahve içmeye yetişebileceğimizi söyledik. Rehber kitaplarda bahsedilen birkaç yeri dolaştıktan sonra  akşam Asım Beylerin otelimize yürüme mesafesindeki evlerine gittik. Büyükelçimiz Aylin Taşhan ve diğer misafirlerle güzel bir tanışma oldu.
Otele döndükten sonra, Maputo'nun ünlü canlı müzik mekanlarına gitme saati olduğunu farkettik. Hem de cumartesi akşamıydı. Ama otelin önünde hiç taksi yoktu. Gecenin o saatinde yürüyerek gitme fikrimize otel çalışanları kesin tavırla karşı çıktılar. Uzun telefon trafiği ve yarım saatlik beklemeden sonra , zaten çok yorgun olduğumuz için vazgeçtik. Sonradan da pişman olduk ama  inşallah gelecek sefere.....

Ertesi gün  yine yürüyerek katedrale geldik. Kalabalık bir cemaatin katıldığı pazar ayinini biraz izleyip kırmızı-beyaz renkli kolonial postane binasına kadar yürüdük









.Oradan da taksiyle Hint okyanusundaki gel-git olayını en güzel izleyebileceğimiz noktalardan birisi olan Costa Del Sol'e
gittik .Merkezden 10 km. uzaklıktaki plaja giderken yol boyu sahil çok yüksek müzik ve vuvuzela sesleriyle kimi danseden kimi gölgelerde dinlenen, kimi mangal yakıp bira içen piknikçilerle doluydu. Güneş sahili anlamındaki Costa Del Sol'e vardığımızda tam kıyıda olan okyanus yavaş yavaş çekilmeye başladı. Gençler biraz önce yüzdükleri suyun yerinde futbol oynamaya başladılar.
Okyanusun bıraktıklarından ekmek parası çıkartmaya çalışanlar, suyun peşinde yürüyenlerle bir anda sahildeki kalabalık çekilen suyun yerine  doluştular. Biz de ilk defa yaşadığımız gel- git için denizin ortasında çocuklar gibi koşmaya başladık. Alışık olan Maputolular bile çok eğleniyorlardı. Suyun kıyıdan 4 km kadar uzaklaşmasına neden olan gel-git sabah saatlerinde başlıyor ve akşamüzeri eski kıyı eski haline dönüyor. Aslında buradan devam edip balık pazarına da uğrayalım diye düşünürken uçak saatimizi riske sokmadan otele dönmeye karar verdik. Dönüş yolumuz üzerinde mayın kurbanı engellilerin elsanatları pazarına uğrayacaktık, taksici önünde durup artık kapandığını söyledi. Otelin karşısındaki Doğal Tarih Müzesi o günün son gezi noktası oldu.






Bizde gelişmemişliğin sembol ülkesi olarak görülmesi, Mozambik'e büyük haksızlık... kara kıtanın bürokrasi hantallığı, sömürülmenin ağırlığına rağmen bölgenin en hızlı büyüyen ülkesi olduğu her yönüyle belli oluyor. Ulusal park ilan edilen birçok adasında henüz tesislerin yapılmamış olması mercan kayalıkları, deniz kaplumbağaları gibi gerçek sahiplerinin daha uzun yıllar orada kalmasını sağlayacak muhakkak. Dalış tutkunu değilseniz bile bembeyaz sahilde lezzetli deniz ürünlerini, meyvelerini güzel insanlarla birlikte yiyebilmenin keyfini çıkartmak, "big-five" safarisi yapmak için bile gidilebilir.

Bir gazeteci, "Mozambik'de karşı konulmaz yemeklerden alacağınız kiloları vermenin en iyi yolu kendinizi marrbenta müziğine bırakıp dansetmektir" diyor.

Bob Dylan'ın şarkısını da artık öğrenmiştik:

"..Ve Mozambik'den ayrılma vakti geldiğinde denize ve kumsala veda etmek için

Arkana dönüp son bir kez bak

Ve güneş sahillerinde özgür yaşayan hoş insanların arasında olmanın

Neden eşsiz olduğunu gör"

Maputo'dan aktarmalı olarak Cape Town'a uçtuk. Hani şu yanlış aldığımız ve düzeltirdiğimiz uçuşumuzdu bu. 15:55'deki hareket saati uçak erkenden dolduğu için 15:35'de başladı. Uçuşlarda rötarlara alışkınız da hayatın epeyce yavaş aktığı Afrika'da erken kalkış cidden komik oldu.

Johannesburg'a gidip yerel Kulula havayolları ile cape Town'a devam ettik. Farklı espri anlayışlarını duyduğumuzdan beri Kulula ile uçmayı çok istiyorduk. Ucuzluğundan çok kanıksanmış rötarları, karikatür gibi boyanmış uçakları, birbirinden matrak anonsları ile ünlü bir  havayolu Kulula. Bizi de 1 saatlik rötarla karşıladılar. Apronda bekleyen yeşil uçağımızın üzerinde oklarla işaret eden yazılar vardı. Kokpit camına doğru"burada pilot var", kanatlara doğru " bunlarla uçuyoruz", bazı pencerelere doğru da "Kulula fanları" gibi  yazılar yazmışlar. Suyun bile ücretli olduğu uçak tamamen doluydu. "Yine zamanında kalkamadık ama siz yabancı değilsiniz" gibi bir anonsla başladık. Neyse ki iyi bir uçuştan sonra inişimiz öyle tangır tungur oldu ki düştük mü indik mi diye birbirimize sorarken hostes "sert inişimizde umarız size çok zarar vermemişizdir" anonsunu yaptı. "Uçaktan inerken de özel eşyalarınızı , karınızı, çocuklarınızı unutmamaya dikkat edin, unutulanları personel olarak aramızda paylaşıyoruz. I Phone'nunuzu unuttuğunuz takdirde bir daha göremeyeceğinizde emin olun" gibi uyarılarla bizi uğurladılar. Hostes anonstan çok sohbet eder gibi elinde mikrofonla "dergilerinizi bırakacak olursanız..." diye başlayınca  yolcular da dergilerini havaya kaldırarak "şu dergiyi mi, bu dergiyi mi bırakalım" diye soruyorlardı. herkes çok eğleniyordu.  Bizim için de hayatımızın en matrak uçuşu oldu.