Türkiye'nin yaklaşık 12 katı büyüklüğünde kocaman bir ülkeyi birkaç güne sığdıramayacağımız için ilk Kanada seyahatimizde sadece Toronto ve Montreal'i seçtik. THY Toronto'ya aktarmasız uçuyor. Havaalanından şehir merkezindeki Union tren istasyonuna kadar ekonomik ve çok rahat bir otobüsle geldiğimizde otelimiz artık yürüme mesafesindeydi. Ertesi günün programı erkenden Niagara şelalesine gitmek olduğundan ayağımızın tozuyla biletimizi ayarlayıp otele yürüdük. Dünyanın en uzun caddesi olduğu söylenen 1896 km'lik Yongue caddesindeki otele eşyaları bırakıp dışarıya çıktıysak da 11 saatlik yolculuk sonrası ertesi günün tren saatinin 06:50 olduğunu düşünerek dinlenmeyi tercih ettik. Niyagara'ya tren+otobüs aktarmasıyla gidilebiliyormuş. Önce yaklaşık 1 saatlik bir tren yolculuğu yaparak saat 08:00'de Burlington'dan otobüse bindik. 09:15:de Niagara'daydık.
Terminalden şelaleye kadar da yalnız gezen bir Fransız kadınla birlikte taksiye bindik. ABD sınırında, Niagara nehri üzerindeki şelale güzel ama, Zambia - Zimbabwe sınırındaki Victoria ve Breilya - Arjantin - Paraguay sınırındaki Iguazu'yu gördükten sonra bizi burası çok etkilemedi açıkçası. Köprü üzerindeki sınır kapısından ABD tarafına geçilebiliyor. Amerika vizemiz olmasına rağmen karşıdan gelenler Kanada tarafından daha güzel göründüğünü söyledikleri için sınırı geçmedik. Üstelik dönüş için çift girişli Kanada vizesi gerekebiliyormuş. Yakın tarihte günübirlik geçişlerde tek girişli vizeyle dönüşe izin vermeye başlamış olsalar da değmeyeceğini düşündüğümüz bir risk almak istemedik. Şelalenin yakınına kadar giden tekne turlarında yağmurluk da veriliyor. Brezilya'da yağmurlukla bile iliklerimize kadar ıslanarak yaşadığımız botla şelaleye yaklaşma deneyimimizi hatırlayarak ondan da vazgeçtik. Kıyıdaki ve turizm merkezinin teraslarındaki çok güzel izleme noktalarından dünyanın ters yönde akan tek şelalesini sakin sakin izledik.
Kanada tarafındaki Horsesshoe Falls (atnalı şelaleleri) ve ABD tarafındaki American Falls (aslında bir kısmına gelin duvağı anlamında Bridal Veils deniliyor) ile birlikte tamamına Niagara şelaleleri deniliyor. "Suların şimşeği" anlamında Kızılderililerin verdiği bir isimmiş. Başka bir yerde de yine yerlilerin dilinde "düz" anlamında Onguiaahra kelimesinden türediğini okuduk. Bizde yapılan "Ne yaygara ne yaygara" geyiğini hatırlamadan da geçemedik. Büyüklü küçüklü otellerin, kumarhanelerin, alışveriş merkezlerinin olduğu şehre de bir göz atıp tekne turu satan bir gişeye nereden taksi bulacağımızı sorduğumuzda hemen bize telefonla çağırdılar. Gelen taksicimiz Mardinliydi. Dönüşümüzde otobüs dolanarak ve birçok durağa uğrayarak geldiği için Burlington aktarmasına geliş süremiz neredeyse 2 saate yaklaştı.
Trenden inip Toronto'nun sembolü ve dünyanın modern 7 harikasından birisi olarak seçilen CN Tower'e çıktık.
553 metrelik kulenin asansörü saatte 20 km hız yaptığı için indiğimizde ilk birkaç dakika kendimize gelmeyi bekledik.
Yüksekliği, geniş görüş açısıyla en beğendiğimiz kulelerden birisi oldu. Cam zemin üzerine çıkıp şehri tam ayaklarımızın altında görme heyecanımızı da giderdikten sonra Ontario gölünün kıyısındaki Harbour Front'a yürümek üzere aşağıya indik. Kule 1976'da inşa eden Canadian National isimli özel trenyolu şirketinin ismi nedeniyle CN adını almış. Skydome olarak da bilinen Rogers Centre stadyumunun yuvarlak kubbesiyle birlikte CN Kulesi kocaman bir cami ve minareye benziyor." Ne alaka yahu " diye kendimize gülerken daha sonra karşılaştığımız Kanadalı Türkler de birçok ziyaretçinin aynı yanılgıya düştüklerini söylediler.
Harbour Front, spor, eğlence ve alışveriş alternatifleriyle çok şık bir liman. Adalara giden tekneler de buradan kalkıyor. Yazın nemli sıcağında nefes almak için biraz dinlenme molası verdik. Karnımızı da burada doyurup Yonge caddesinin kalabalığına daldık. Otele döndüğümüzde bitmiştik. Kanada'da sıcaktan yorulacağımız kimin aklına gelirdi ki..
Sabah ilk durağımız kozmopolit nüfusun göçmenlerinin çoğunluğunu oluşturan çinlilerin yaşadığı Çin Mahallesi oldu. Küçük İtalya, Yunan Mahallesi, Eaton Centre, Woodbine plajı, Kensington Market, Dundas Caddesi'nde dolaştık. Caddelerde üzerlerinde "play me" yazan piyanolar vardı. İsteyen oturup çalabiliyordu. Piyanolara kimsenin hasar vermemiş olmasına da ayrıca şaşırdık. Boşuna dünyanın en uygar ülkelerinden birisi olarak anılmıyor. Bizde olsa o piyanolar nasıl "çalınırdı".... Royal Ontario Müzesine geldiğimizde kapanmasına az kaldığını farkedip çok üzüldük. Her cuma günü gece 11:45'e kadar açıkmış. Ama gittiğimiz gün çarşambaydı:(
Sabah 09:25'de Montreal'e gitmek üzere trene bindik. Varışımız 14:25 olacaktı ama birden yolun ortasında durduk. Bir yük treni ile TIR çarpışmış. Otelde olduğu gibi trende de internet bedava olduğu için hemen haberlere baktık. Kaza büyüktü, can kaybı vardı. Nitekim varışımız 16:00'yı buldu. Trende özellikle aktarması olan yolculara bilgilendirme anonsları yapılıyordu. Bize de Montreal'e indiğimizde bilet gişesine gidip 6 ay geçerli %50 indirimli bilet alabileceğimizi söylediler. Birkaç gün sonra ABD'ye, New York'a devam etmek istiyorduk ama bu şirketin yurtdışı hattı yoktu. İndirimimiz yandı böylece. New York'a gitmeye geç karar verdiğimiz için uçak biletleri kişi başı 600 USD'den aşağıya hiç yoktu. Otobüs alternatifini düşünerek Montreal'e indik. İstasyon'dan otele taksiyle giderken Quebec bölgesinin, Montreal'in Toronto'dan çok daha güzel olduğunu konuşuyorduk. Baskın Fransız kültürü sadece konuşulan dilde kalmamış. Ayrıca çok soğuk ve uzun geçen kışa rağmen yıl boyu birbirinden önemli festivallerin, etkinliklerin düzenlenmesiyle de Kuzey Amerika'nın kültür merkezi olma özelliğini almış. Yeni biten ünlü jazz festivaline yetişememiştik ama "Nuitd D'Afrique" ve ücretli - ücretsiz tiyatro, müzik, sokak gösterilerinin olduğu dünyanın en renkli komedi festivali Zoofest'in tam ortasına gelmiştik. Otelimizin de olduğu Sainte Catherine caddesi ve gösterilerin yapıldığı Quartier Des Spectacles tamamen yayalaştırılmıştı. Eşyalarımızı bırakıp yürüyerek önce Afrika geceleri için kurulan sahnenin olduğu alana geldik.
Kış boyu soğuk nedeniyle yerin altında ve üstünde yarattıkları kapalı mekanlardan çıkamayan Montrealliler de turistler de sokaklarda güneşin tadını çıkartıyorlardı. Konserleri dinlemeye gelenler Afrika'nın değişik ülkelerine özgü hediyeliklerin, yemeklerin olduğu tezgahlarda da dolaşıyorlardı. Sokak gösterilerinin olduğu meydana doğru ilerlerken güvenlik kontrolü noktasından geçtik. Biraz ileride herkesin oynayabileceği şekilde, çoğu ahşap çok sayıda oyunun sokağa yerleştirildiğini gördük. İstediğinizin başına geçtiğinizde çocuk - yetişkin herhangi birileri karşınıza geçip rakibiniz olabiliyor. Birkaçını deneyip çok eğlendik.
Meydanda açık - kapalı mekanlarda ço sayıda sahne, gösteri platformu vardı. Kalın program kataloğuna bakamadan kalabalığın ortasında birden başlayan müthiş bir bateri sesine yürüdük. Tahtadan kocaman at başlarıyla danseden 4 adamla hareketli bir platformda çalan bir baterist meydana çıktılar.
Sabah erkenden hemen yakınımızdaki otobüs terminaline gittik. Ertesi gün için New York bileti almamız gerekiyordu. Sistem çok ilginç. Bilette gün, saat vs.. yazmıyor. Biletle birlikte otobüs saatlerinin programı elinize veriliyor. Bir ay boyunca istediğiniz saattekine numarasız binebiliyorsunuz. Kişi başı 170 USD. Son dakikaya kalınca herşey pahalı. Etrafı görerek gitme avuntusuyla 8-9 saat sürecek yola razı olduk. Terminalden sonra, Latin Mahallesi, Çin mahallesi, Dünya Ticaret Merkezi, Crescent Caddesi'ni gezerek Eski Montreal'e gittik. Notre Dame Bazilikasına girecektik ama yangında vefat etmiş bir itfaiyecinin cenaze töreni vardı.
Süslü faytonlar, sokak müzisyenleri, kafeleriyle Montreal'in en çok beğendiğimiz bölgesi Eski Montreal oldu. Bir dükkanın çinli sahibi İstanbul Yenikapı'da yeni bulunan Bizans limanı ve gemilerini sordu. Allahtan bildiğimiz yerden gelmişti soru. Aynı yerde neolitik yerleşimin de bulunduğunu söyledik, o bize, biz de ona hayretle bakıştık. Türkiye'ye gelme düşüncesinin o anda neredeyse kesin karara dönüştüğünü söyledi. Misyonumuz sadece gezmek değil tabi ki, kültür elçisi olarak da dolaşıyoruz o kadar ülkeyi :)
Notre Dame Bazilikasına döndük. İçindeki şapel, org ve ahşap işçiliğiyle çok beğendik. Elimizdeki bilgilerde kuleye çıkıp Montreal manzarası seyretmemiz öneriliyordu ama artık çıkılamıyormuş. Festival alanına gidip performansçıların geçiş törenine yetiştik. Bu akşamki favorimiz Amerikal Big Nazo grubu.
Geç saate kadar bir sürü gösteri izleyip otele döndüğümüzde eşyalarımızı toplayacak dermanımız kalmamıştı. Burada daha çok kalıp İstanbul dönüş biletimizi New York'dan tekrar Toronto'ya değiştirmeyi bile düşündük ama New York'a da tekrar gitme isteği ağır bastı.
Elimizdeki programda bazı otobüsler expres, bazıları yolu uzatıyorlar. Biz 08:30 expresini seçtik. 08:00 gibi sıraya girdik. Numara olmadığı ve en öne oturmak istediğimiz için kuyrukta da en öndeydik.
Amerika maceralarımızı başka başlıkta yazacağız:))))
öğretmenim benide götürün :D
YanıtlaSil$ahane...süpersiniz.....Kücük Ailesiiiiiii
YanıtlaSilHocam çok güzel insallah bende giderim oralara :)))
YanıtlaSilSüper bir yazı sizi tebrik ediyorum. Ben 2006 da Montreal ve ardından Toronto ve oradan üç gün süren bir tren yolculuğu ile eko turizm harikası Jasper' a ulaştım. Oradan araba kiralayarak Winnipeg ,Vancouver, Victoria adasına ulaştım. Beni en çok şaşırtan Jasper a girerken 100 dolar parka giriş ücreti ödemem ve ayıların Jasper sokaklarında serbestçe dolaşmasıydı. Montreal da Fransız kökenli Kanadalılar mahsus İngilizce bilmiyorum numarası yapıyorlar. Toronto tam bir özgürlükler kenti. Sokakların dümdüz kıvrımsız oluşuna hayran kaldım. Vancouver ' a ilk adım attığımızda Mandarin alfabesi ile yazılmış ilanları görünce yanlışlıkla Çin'e geldiğimizi zannettik. Bloğumu merak ederseniz: http://dnyaninetrafinda180gn.blogspot.com.tr/p/kanada-jasper.html
YanıtlaSil